PERSONA: TOPLUMUN YÜZE TAKTIĞIMIZ MASKELERİ
Hepimiz toplum içinde birden fazla maskeyle dolaşırız. Bazen acıyı saklamak için güler, bazen güçlü görünmek için kırılganlığımızı gizleriz. Bazen de “iyiyim” deriz; kan kusarken bile kızılcık şerbeti içmiş gibi davranmaya zorlanırız. Bu maskeler zamanla içimize öyle işler ki, “Ben kimim?” sorusu bile bulanıklaşır.
Jung’un persona olarak adlandırdığı bu sosyal maskeler, bizi toplumun arzu ettiği şekle sokan görünmez bariyerlere dönüşür. Ancak mesele yalnızca bireyin psikolojik durumu değildir; maskeleri kalınlaştıran, rollerimizi katılaştıran çok daha büyük bir yapı vardır: Sistem.
TOPLUMSAL PERSONA MODELLERİ: HERKESİN OMZUNDA FARKLI BİR MASKE
Sistem tarafından biçilen roller yalnızca kadınlara ya da belirli gruplara özgü değildir; ancak bazı kesimlerin yükü çok daha ağırdır.
- Erkek güçlü olmak zorundadır; ağlamaz, yorulmaz, sarsılmaz.
- Çocuk, merakını bastırdığı sürece “iyi çocuk” sayılır.
- Genç, sürekli üreten ve başarılı olan bir makine gibi görülür.
- Yaşlı ise değersizleşir; toplumsal sahnenin kenarına itilmek istenir.
- Kısacası sistem herkesin eline farklı bir maske verir:
- Kimi güç, kimi itaat, kimi sessizlik, kimi yük taşır.
Bu maskeleri çıkardığımız anda görünmezleşiriz. Çünkü dayatılan persona bireysel değil, toplumsal bir yaradır.
KADININ OMUZUNDAKİ EN AĞIR PERSONA
Toplumsal rollerin en katısı, en sınırlayıcı olanı kadınlara yüklenir. Kadının kimliği, sanki ona verilmiş bir görev listesiymiş gibi çeşitli maskelerin birleşiminden oluşur:
- Fedakâr anne
- Sadık eş
- Cazibeli sevgili
- “Namuslu” kız
- Söz dinleyen, az ücretle çalışan iş kadını
Ve bütün bunları yaparken “sessiz”, “ölçülü”, “itaatkâr” ve “duygularını kontrol eden” biri olması beklenir.
İşte burada Rogers’ın gerçek benlik ideal benlik ayrımı keskinleşir. Toplumun kadına dayattığı ideal benlik çoğu zaman ulaşılamaz; gerçek benlik ise maskelerin ardında sıkışır. Kadın kendisini tanıdıkça toplum onu dayatılan rollerle tanımlamaya devam eder ve bu çatışma derinleşir.
Bu durum bir kültürel alışkanlık değil; benliği sınırlayan yapısal bir sorundur.
BENLİĞİN DARALIŞI: ROGERS’IN IŞIĞI, SİSTEMİN GÖLGESİ
Rogers’a göre insanın gelişimi koşulsuz kabul ile mümkün olur. İnsan; sevildikçe, anlaşıldıkça ve olduğu gibi kabul gördükçe büyür. Fakat sistem tam tersini yapar:
- Kabulü koşula bağlar,
- Uyumu zorunlu kılar,
- Verimlilik üzerinden değer biçer,
- “Kendin olma” hakkını görünmezleştirir.
Baskı altında benlik büyümez; yalnızca içe çekilir. Maskeyi çıkardığımızda tanımadığımız bir yüzle karşılaşmamız bundandır.
BİR KİŞİSEL HİKÂYE: MASKELERLE YÜZLEŞME
Ben de bu süreçten geçtim. Eğitim hakkı elinden alınmak istenen, evlilik rolüne hazırlanması beklenen bir kız çocuğuydum. Yük ağırdı, maskeler zorluydu. O kız çocuğu büyüdü, okudu ve öğrenmeye devam ediyor. Bugün hâlâ bana ait olan ile toplumun yüklediği personayı ayıklamaya, kendi benliğimle yüzleşmeye çalışıyorum.
Maskeleri doğru zamanda, doğru yerde kullanmak bir sanat mıdır, yoksa zorunluluk mu? Bazen hepimiz kendi maskelerimizin içinde kayboluruz. Terzinin kendi söküğünü dikememesi gibi, yüzleşmelerimiz de bir ömür sürer. İnsanlık bu döngüye gebedir kimi farkında, kimi farkında olmadan yaşar.
Kazanan hangisi olur sizce?
YAŞLILIK: SİSTEMİN GÖRMEK İSTEMEDİĞİ AYNA
Yaşlılık, insanın en kırılgan olduğu dönemdir. Fiziksel güç azalır, sosyal roller çözülür, yalnızlık artar. Tam da bu dönemde maskeler düşer. Sistem ise yalnızca “işe yarayanı” görür. Yaşlanan insan görünmezleşir, değersizleşir; hatta bir yüke dönüşür geronto. Oysa yaşlı birey yük değil; toplumun kültürel hafızasıdır, bilgeliğidir, rehberidir.
Bir gün hepimiz bununla yüzleşeceğiz sistemi yönetenler dahil. Eğer toplum değişmezse, sistem kendi yarattığı bu çarkta herkesi, hatta yönetenleri bile öğütecektir.
SİSTEM VE DAYATILAN ROLLER
Sistem çalışmayı, üretmeyi ve güçlü görünmeyi kutsallaştırırken insanın doğallığını yok sayar. Beklentiler hep aynıdır:
- Uyum sağla,
- Rolünü koru,
- Duygularını bastır,
- Zayıflığını gösterme,
- Maskeni çıkarma.
Böylece toplum bir sahneye dönüşür ne kadar büyükse, görünmezlik o kadar derindir.
İNSANLIK ONURUYLA VAR OLUR
Bugün insanlık büyük bir sınavdan geçiyor. Nesiller tükeniyor, insanlar sistemin içinde eriyor, yaşlılar sessizce yok oluyor. Üretim dışında değer tanımayan sistem sürdürülebilir değildir.
İnsana değer vermek, ona onurunu koruyarak yaşama hakkı sunmak devletlerin temel görevidir. Bu bir tercih değil, zorunluluktur.
UYANIŞIN DEVRİMİ
Maskeler bir gün düşecek. O gün hem birey hem toplum şu soruyla yüzleşecek:
Biz kimiz? Ve kim olmamıza izin veriliyor?
Sistem yönetenleri bile kendi yarattıkları düzen tarafından tüketilmeye mahkûmdur.
O yüzden devlet politikalarının, toplumsal normların ve kurumların tamamı insancıl bir yaklaşımla yeniden şekillenmelidir. İnsanlık bu krizi hak etmiyor. Daha eşit, daha adil, daha kapsayıcı bir dünya mümkündür.
Ben kendi adıma sistemin görünmeyen bir parçası olmayı reddediyorum. Bu sözleri yalnız kendim için değil; sesi duyulmayan herkes için söylüyorum. Gelen her destek, her duyarlılık umudun hâlâ var olduğunu gösteriyor.
“İnsan onuru merkeze alınmadıkça hiçbir toplum gerçek anlamda gelişmiş sayılmaz.”
Dünya ancak insanlığın onurunu koruyarak var olabilir.
Sevgilerimle,
Yeliz Çelebi Ergin
Araştırmacı–Yazar
yeliz-ergin@web.de


